"Dünyanın başı cefa, sonu yokluktur. Helalinden dolayı hesaba çekilme, haramından dolayı ceza vardır. Onda zengin olan sınanır, fakir olan üzülür. Onunla yarışanı hep geçmiştir o. Onunla görmek isteyenin görmesini sağlar; kim de onu görmek isterse o kişiyi kör eder." Hz. Ali

16 Ağustos 2011 Salı

Ofis Sandalyesi (Kadın)

Dün iş yerim beni bir eğitime gönderdi. Bir hafta boyunca 9:00-16:00 saatleri arası sürecek ve gün sonunda erken çıkacağını bilmenin sevinciyle de mutluluk veren bir eğitim. Öğreticimiz sağolsun öğle arasını kısa tutarak eğitimi 15:30'da bitirmeyi başardı. Saat 16:00'da evimdeydim.

O kadar mutluydum ki o ilk anlarda. Tabi, başıma gelecekleri bilmiyordum. Düzenliyimdir. O yüzden evi toplamaya kısa bir süre ayırdım. Sonra, namaz kıldım. Kaç gündür iftarda şöyle sıcak ev yemekleri yapmıyorum diye çorba, fırında tavuk ve pilav yapmaya karar verdim. Kafamdan bir çorba uydurdum ve onu yaptım. Daha sonra toprak içindeki semizotlarını sirkeli suya koydum, onlar beklerken domates ve salatalıkları küçük küçük doğradım. Ardından semizotlarını tek tek yıkadım, doğradım ve kapaklı bir kapla karışımı dolaba kaldırdım. Bulaşık makinesinde düzgün bir şekilde yıkanmamış oldukları için elde yıkamak üzere tezgaha aldığım ve beni bekleyen dağ gibi bulaşıklara ve tencerelere giriştim. Mutfakta televizyonum olduğu için kendimi şanslı saydım ve 45 dakika süresince bu bulaşıkları yıkadım. İşim bittiğinde tezgahta 1 metrelik bir tencere-tabak yığını oluşmuştu. Sonra eşim geldi. Sipariş verdiğim tavuk göğsüyle beraber. Tavukları, içlerine ıspanak koyup saracağım için dövdürmesini rica etmiştim. Kasap tavuğun dövülmediğini söylemiş ve tavukları küçük, ince kesitler halinde kesmiş. Sinirlendim. Ama her zamanki kadar belli etmedim. Sadece, açıklamaya çalıştığında sözünü kestim ve "Lütfen" dedim, "Bir şey söyleme."

Ev idare etmek demek, ani kararlar alabilmek ve soğukkanlı olmak demektir. Aksi halde, tüm işler birbirine girer. Malzemelerimi bir sıra tavuk, bir sıra ıspanak şeklinde fırın kabına dizmeye karar verdim. Bunu da yaptığımda, artık 5 dakika oturabilir ve her gün yemek hazırlamaktan dolayı izleyemediğim, fakat çok sevdiğim 'Ramazan Sevinci' adlı programı izleyebilirdim. Evet, oturdum. Program henüzs başlamamıştı, izleyemedim. Ama oturdum en azından. Sonra pilav yapılacağı ve tavuğun fırına koyulacağı gerçekleriyle yüzleştim. Yayvan tencereme koyduğum tereyağı ocakta erirken, pirinçleri yıkadım, su kaynattım. Kaynayan suyu tencereye döktüm. Suyun içine pirinçleri attıktan sonra sofrayı kurmaya başladım. Sofra düzenine önem veririm. Ve sofraya oturduğumda mutfak içler acısı halde olmasın, temiz olsun isterim. Her ikisini de sağlarım. Sofrayı kurduğum gibi beşamel sos yapmaya başladım. Hemen tavuğun üzerine döktüm. Zaman geçiyordu. 'Kelkedir' denen kuru bir bitkiden yapılan, eve geldiğimde suyla ıslattığım ve Mısır'a özgü olan içeceği süzdüm, şekerle karıştırdım, buzdolabına koydum.

Pilavı kontrol ettim, pirinçler sertti. Pişmiş aşa su katılmasa da pirinçlere su ekledim. İftar vakti yavaş yavaş gelmekteydi. Çorbanın altını açtım. Isınırken, yine namaz kıldım. Salonda 10 dakika oturdum. Çorbaları koydum, pideyi getirdim, pilavı getirdim. Bu arada eşim mutfağa geldi ve 'Benim yapabileceğim bir şey var mı?' dedi. Ezan okundu ve oturduk.

Eve erken gelmenin sevinciyle coşkuyla geçirdiğim bu gün, akşam 22:00'da yorgunluktan uyumamla sona ermişti. Ama bugünün özeti buydu: Yapabileceği bir şey olup olmadığını soran ve su şişesini doldurmaktan başka bir iş bulamayan eşim ve ben arasındaki fark. İşte, kadın olmak, belki de çalışan kadın olmak buydu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bir yorum bırakın: