"Dünyanın başı cefa, sonu yokluktur. Helalinden dolayı hesaba çekilme, haramından dolayı ceza vardır. Onda zengin olan sınanır, fakir olan üzülür. Onunla yarışanı hep geçmiştir o. Onunla görmek isteyenin görmesini sağlar; kim de onu görmek isterse o kişiyi kör eder." Hz. Ali

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Ofis Sandalyesi (Giriş)

Oturuyorum bir ofis sandalyesinde ve bir ofis odasında. Yalnızım, hatta öylesine yalnızım ki o kansız, cansız arkadaşım Internet bile yok. Burada bulunduğum dokuz saat boyunca onla beraber olma fırsatım olacak ama işte bir saatlik yokluğunda bile boşluk hissediyorum. Kafamda çok şey var, uçlarından tutmaya çalışıyorum, zaptedemiyorum. Siyah bir fonda uçuşan renkli şekiller ve ortalarında oradan oraya koşturan birini düşünün.

Derken aklıma bir resim düşüyor: Bir sahnedeymişim ve şaşaalı salonun koltuklarında oturan binlerce kişi benim performansımı bekliyormuş. O bildik sessizlik, o bildik bordo kadife perdeler. Şık giyimli hanımlar ve tabi grand tuvalet beyler. Herkesin aklında bu kadar çok düşünce aynı anda beliriyor mu? Mesela, o bildik sahneyi anlatırken aslında öylesine büyük sahneleri sadece filmlerden bildiğimi, en büyüklerinden bir tiyatro salonunun kaç seyirci aldığını aslında bilmediğimi araya sıkıştırmak istiyorum. Sonra, şık giyimli hanımların üzerindeki taşlı, uzun tuvaletleri tarif etmek istiyorum. 

Ama ben sahnede değil, bir sandalyenin tepesindeyim. Ofis sandalyesi... Ofis, toplantı gibi sözcükler kulağa şık geliyor sanırım. Geliyor ki bu kadar çok kullanılıyor. Ama, ofis yerine iş yeri  demek daha insancıl ve sevimli bir hava yaratıyor bence. Esasında, bulunduğum yer de bir ofis değil zaten. Burası bir devlet dairesi (evet, her şey daire formunda ve hayır, örgü örülmüyor). Dışarıdan bakan insanların içerisinde ne yapıldığını en az bir kez akıllarından geçirdikleri yer. İçinde tam olarak bir şey yapılmayan ama tam olarak da boş durulmayan bir yer. Esasında, bazen işinizin olduğu, bazen olmadığı, bir kısmın çalışıp bir kısmın boş kaldığı bir oluşum. Çalışma düzeninde denge sağlanamayan bir düzen diyebiliriz. Kesin olan şey, bir paragrafta anlatılabilecek bir şey olmadığı.

Özel sektörde çalıştım, devlette de. Kendi işimse hiç olmadı. Ancak, iş hayatı için şöyle bir formül geliştirdim kendimce: özel sektörde çalışmak < kamuda çalışmak < kendi işinin sahibi olmak. Buna türlü türlü itirazlar gelebilir; özel sektörü savunanlar, kendi işinde çalışmanın zorluklarını bilmiyorsun diyenler, oturduğun yerden konuşması kolay diyenler de olabilir. Yaptığım kıyaslamanın tamamen insani koşulların en önemlisi olan insanın özgürlüğünü gözeterek yapıldığını söylemeliyim. Bu konuya geleceğim.
Yukarıdaki resimde başarılı ve kendiyle barışık görünen bir grup genç insan var. Ve bu resmi gösterdiğiniz kişilerin çoğunluğu, resmin iş hayatını temsil ettiğini anlayacaktır herhalde. Kalıplaşmış bir görüntü, beyinlerimize kazınmış mutlu, başarılı, genç insanlar. Bizim hep yaptığımız şey resme bakmak. O zaman artık yapmadığımız bir şeyler yapalım ve resmin arkasına bakalım...

(devam edecek)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bir yorum bırakın: