"Dünyanın başı cefa, sonu yokluktur. Helalinden dolayı hesaba çekilme, haramından dolayı ceza vardır. Onda zengin olan sınanır, fakir olan üzülür. Onunla yarışanı hep geçmiştir o. Onunla görmek isteyenin görmesini sağlar; kim de onu görmek isterse o kişiyi kör eder." Hz. Ali

22 Eylül 2011 Perşembe

Yükselmek için Ağırlıkları Atmak (1)

Bu fazlalıkları atma fikri ilk ne zaman ortaya çıktı tam hatırlamıyorum. Ama kafamda ilk belirdiğinde büyük bir coşkuyla onu kucakladığımı hatırlıyorum. Her şeyin üstüste gelip biriktiği, hayatım boyunca yaşamış olduğum ve bir şekilde gözardı ettiğim bazı gerçeklerle yüzyüze kaldığım bir zamandı. Kalbinin sesini dinle derler ya hani. O sözün gerçek anlamını ve doğruluğunu anlamaya başlamamın başlangıcıydı diyelim.

Kalbinin sesini dinlemek, içinde bir şeylerin sana fısıldadığı, bazen çığlık çığlığa bağırdığı ama senin o kalıplarla düşünen aklının inkar ettiği gerçekleri görebilmek demektir. O sesi dinlemek, sana öğretilen / doğru olduğu dayatılan düşünce biçiminden kurtulup başkalarının göremediği gerçekleri görmek ve bunun ağırlığını taşımaya gönüllü olmak demektir. Kalbinin sesini dinlemek, beyninizin önyargılarından arınıp alışkanlıklara sırt çevirdiğinizde toplumun ahlakını kasıtlı olarak bozma amacı taşıdığını açıkca gördüğünüz sözde romantik film ve dizilerdeki gibi eşinizi bırakıp sevgilinizle kaçmak, yengenize ilgi duymak gibi bir şey değildir.
Kalp sesini duymak demek, "Ama İsrail malı da olsa ben onları tüketmeden yaşayamam!" diyen bir mantığa inat, "Ama ben masum bir insanın benim paramla öldürülmesine dayanamam" diyebilmektir. Kalbinin sesini dinlemek, üstü ve eşitleri tarafından sürekli haksızlığa uğratıldığını, yıpratıldığını gördüğünüz bir iş arkadaşınız için tepkileri göze alarak doğruları söyleyebilmektir. Kalbin sesini dinlemek, yerde bulduğunuz bir cüzdanı, "Sen almazsan başkası alacak, zaten bu ay paraya da ihtiyacın var, bu senin hakkın!" diyen beyninize inat alıp o cüzdanı polise götürmektir. Ve içinde bulunduğumuz durumlara bakarsak bu sesi dinlemek, herkesin harcı değildir.
 
Kalbin sesi, nefsin sesine karşıdır. Ve bize mantık, akıl, çağdaş düşünce vb. isimlerle dayatılan her şey de aslında nefsin hizmetkarıdır. Daha, daha, daha fazlasını kazanmalı, olmalı, yapmalı, başarmalı; önümdekilerin hepsini geçmeliyim nidaları arasında bizi koşturan dünya görüşüdür nefis. Burada açmam gereken bir parantez var: Nefsin sesini dinlememek, bir şeyi başarmak için çaba göstermemek değildir. Aksine, doğru koyduğumuz bir hedef için elbette ki çaba gösterip, emek harcayacağız. Ancak bunu dünyada bizim kadar yaşamaya hakkı olan başka insanların üzerine basarak yapmamalıyız. O zaman tüm dünya benim kontrolümde olsun diyerek istediği ülkeyi işgal eden, sivilleri öldürmekte en ufak bir sakınca görmeyen bir çeşit Amerika olmaz mıyız? Parantezi kapamadan önce bir şey eklemek istiyorum: Hayatımda en altından kalkılmaz denilen şeylerin altından, hem fiili hem psikolojik olarak, sadece kendimle yarışarak kalktım. Sadece kendi sınırlarımda elimden gelen emeği sarfederek başardım. Yukarıya çıkmak için kimsenin üzerine basmayı, sadece ben varım, her şey benim hakkım demeyi düşünmedim.Örneğin, okul hayatımda içinden çıkılmaz gibi görünen şeylerin hem altından kalkıp hem de bunu kendimle barışık bir şekilde yaptığım için çok sevmeyenim oldu, nedensiz yere düşmanlık besleyenim çok oldu. Bu kini güdenler işte, beni rakip olarak gören, nefislerinin sesini dinleyenlerdi.
Konu da tam burada şekilleniyor zaten. Sürekli haksızlığa uğrarsanız, sonunda patlarsınız. Bu sabırlı biri için de böyledir, sabırsızı için de. Sadece, olayın oluşu ile patlamanın yaşanması arasındaki süre fark eder. Ben sabırlı biriydim ancak, benim de sabrım bir yerde son bulmuştu. O yerden sonra da birçok şey değilmişti. Artık ağırlıkları atma, kalbimin sesine aykırı olan her şeyden uzaklaşma zamanıydı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bir yorum bırakın: