"Dünyanın başı cefa, sonu yokluktur. Helalinden dolayı hesaba çekilme, haramından dolayı ceza vardır. Onda zengin olan sınanır, fakir olan üzülür. Onunla yarışanı hep geçmiştir o. Onunla görmek isteyenin görmesini sağlar; kim de onu görmek isterse o kişiyi kör eder." Hz. Ali

8 Eylül 2011 Perşembe

Neden Çarpık Yapılaşma?


Çiçekleri ve neredeyse çiçekli olan her şeyi çok seviyorum. İki şey arasında tercih yapmam gerekiyorsa ve aralarından biri çiçekliyse, elim hep o çiçekli olana gidiyor. Onların doğanın en güzel süsleri olduğunu düşünüyorum. Hele bir de kır çiçeğiyse bu çiçekler... Binbir çaba, binbir zahmet olmadan kendi çabası, kendi emeğiyle topraktan fışkırıp güzellik saçan kır çiçekleri...

Ben aslında hayatın güzelliklerini seviyorum. Güzelliklere değer vermenin insanın içini de güzelleştirdiğini düşünüyorum. Sakın yanlış anlaşılmayım, hayatın çirkinliklerine asla yüz çevirmiyorum, yaşadığım onca zorluklar ve tattığım onca acı tecrübe varken nasıl böyle düşünebilirim ki? Ben çirkinliklere, kötülüklere yüz çevirmiyor; aksine onların düzeltilmesi gerektiğini düşünüyor ve kendi çapımda bunun için çabalıyorum.

Güzelliklerin insanın iç dünyasını da güzelleştirdiğini düşündüğüm için mesela, şehirlerdeki çarpık yapılaşmaya karşı duruyorum. Tüm binaların birbirleriyle alakasız renk ve biçimlerde çirkinlik abidesi olmak için yarışmalarına anlam veremiyorum. Güzelim ülkemizin güzelim coğrafyası neden bu çirkin binalarla kaplanıyor diye kendime sormadan edemiyorum.

Yazın başında iş nedeniyle Hollanda'ya gitmiştim. Bu benim yurtdışına ilk çıkışımdı. Hiçbir zaman 'Biz Türkler' diye başlayıp, kendi neslini aşağılamakla biten cümleler kurmadım, bununla da gurur duyuyorum. Ülkemdeki bazı kronikleşmiş hatalar canımı çok sıksa da Türk olmaktan hiç gocunmadım ve yurtdışına gittiğimde, sadece bir hafta kalmama rağmen, ülkemi çok özledim. Hollanda, dümdüz, hiçbir engebenin olmadığı, dört bir yanı kanallarla çevrili bir ülke. Kendine ait bir yemeği yok, orada yarı aç dolaşmaya mahkumsunuz. Var olan hızlı yeme tarzı yemekler ise aşırı derecede pahalı. İnekleriyle ve süt ürünleriyle meşhur bir yer olmasına rağmen benim gibi bir peynirin neredeyse her çeşidini seven birine bile hitap eden bir peyniri dahi yok. Bizim basit bir beyaz peyniriminizin Hollanda'nın herhangi bir peynirinden çok daha lezzetli olduğunu iddia edebilirim. Havası çok kötü; sürekli kapalı ve yağmur yağabiliyor. Ayrıca, Haziran ayında bile buz gibi soğuk olmayı başarıyor. Tüm bu saydıklarımla Hollanda, hiçbir iyi özelliği olmayan ama nasılsa sayısız turisti kendine çekebilen bir ülke.

Nasıl mı? Hollanda'da bizdeki gibi biri yeşil, biri pembe, biri de turuncu; biri uzun, biri alçak, biri gökdelen şeklinde binalar yanyana sıralanmıyor. Orada, yüzyıllar öncesinden kalma tuğla kaplı, hepsi aynı yapıda ve hepsi bulunduğu mahallede aynı, bulundukları şehirde ise tamamlayıcı renklerde binalar var. Ayrıca, Hollanda'da tabela asmanın çok yüksek bir vergisi var. Yani, tabela kirliliği de yok.

Küçücük ve bana göre oldukça özelliksiz bir ülke, sadece binalarıyla bir turizm cenneti olmayı başarmış. Tüm kartpostallarında, buzdolabı magnetlerinde, biblolarında bu evlerin izlerine rastlamak mümkün. Korudukları yapıları simgeleri haline getirmişler ve pazarlıyorlar. Bizse, ne yazık ki, güzeller güzeli ülkemizin her tarafını çirkinlikte birbirleriyle yarışan beton yığınlarıyla kaplıyoruz. Göz zevkimizi ve dolayısıyla ruh halimizi bu zevksizliklerin eline bırakıyoruz. Yeşilliklere, Cennet'ten bir köşe gibi duran koylara sınırsızca bina dikmekten zevk alıyoruz ya da buna engel olmuyoruz. Nasıl bir vebaldir bu? Çok çirkin...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bir yorum bırakın: